İstanbul’da Aşk Büyüsü (Şemspare-Elif Şafak)

İstanbul hakkında yazmayı hep sevdim galiba…
İstanbul’u anlatmayı İstanbul’u anlamanın imkansız olduğunu bildiğim halde…
İstanbul bir şehir değildir. İstanbul bin şehirdir. Ama bunu kabullenmek pek zor gelir zihnimize. Ürkütür bizleri içten içe. Bu yüzden tek bir şehirmiş gibi davranırız. Ondan üçüncü tekil şahıs olarak bahsederiz daima. Türkçede kelimelerin cinsiyet ayrımı olmadığı için bir muğlaklık arkasına sığınıp “o ” deriz. Halbuki hepimizin bildiği üzere İstanbul’un cinsiyeti vardır.
İstanbul kadındır. Dişidir. Dişiliği belirgindir.

Bir oyuncak olsaydı bu şehir, içinde pembe elbiseli, porselen bir balerin dönen mor kadifeden bir müzik kutusu olurdu. Açardık kutuyu zaman zaman. Bakardık içine. Dinlerdik ezgisini. Kapatıp rafa kaldırırdık. Sonra dayanamaz gene açar, gene bakardık. ve bildiğimiz halde kutunun içinde ne olduğunu, her açışımızda heyecanlanır; merak etmekten kendimizi alıkoyamazdık. Çünkü İstanbul alışıldık yanlarıyla bile şaşırtmayı başaran bir bilmece, tanıdık sokaklarında bile kaybolduğumuz bir labirenttir. Bu şehri tamamıyla kavramak mümkün değildir.

Bir cisim olsaydı bu şehir kaleydoskop olurdu muhtemelen. Göz deliğinden her bakışta başka bir desen, bambaşka renklerle çıkardı karşımıza. Gün içinde ışığın geliş açısına göre renkten renge, desenden desene bürünürdü. Çeşitliliği ile büyülerdi.

Bir yemek olsaydı bu şehir, tatlı değil, tuzlu değil, acılı ekşili olurdu, içinde birbirinden uyumsuz tatlar yüzer ve buna rağmen tuhaf bir uyum yakalardı beraber. Bir damla limon, bir damla zencefil, bir kaşık bal, onlarca ayrı baharattan müteşekkil bir karışım. Bu şehir bir çorba olsaydı, öyle her önüne gelen aşçı pişiremezdi onu. Tarifini bilmek yetmez, herkes tutturamazdı kıvamını.

Bir su kaynağı olsaydı bu şehir, göl değil, dere değil, ırmak değil, pınar değil; delidolu bir nehir olurdu. Çağlaya çağlaya akardı. Yaz kış taşardı. Gürül gürül temposuyla asi ve koyu mavi, köpük köpük dalgalarında nice katreler gizli, sadece sularını değil, sularına kapılanları da alıp uzaklara taşıyan bir nehir.
Ve bir duygu olsaydı İstanbul, hüzün değil, hasret değil, elem değil, sevinç değil, sevgi değil, nefret değil; aşk olurdu muhtemelen. Safi aşk… tepeden tırnağa, buram buram…

İstanbul’a gelip de aynı kalan yoktur. Bu şehir insanı alır ellerine, bir hamur parçası gibi yoğurur. Bir bakmışsın değişmişsin. Bir bakmışsın aynı konuşmuyor, aynı düşünmüyor, dünyaya eski gözlerinle bakmıyorsun. Şaşırırsın. Ne vakit, nasıl oldu da değiştin böyle anlayamazsın.

İstanbul’a gelen herkes değişir.

İstanbul’da kalan herkes değişir.

İstanbul’dan ayrılanlara gelince onlar ömür boyu hasretlerini buzdan keskin, iğneden ince bir sızı gibi taşırlar yüreciklerinde. İstanbul’u uzaktan özlemenin ağırlığını ancak yaşayan bilir.

Burada zaman farklı akar , hızlı akar. Sabahın erken saatlerinden gece yarılarına kadar herkes ha bire telaş halindedir. İstanbul’lular Avrupa’nın başka şehirlerinde yaşayanların yararlandığı rehavet ve rahatlığa yabancıdır. Ne sokaklarında sallana sallana yürümek, ne hiçbir şey yapmadan bir kafede öylece oturup etrafa gülümsemek , bilmeyiz bunları, öğrenmeye de vaktimiz yoktur.
İstanbul’lular durmadan koştururlar. Ve ne kadar koşarlarsa koşsunlar hep ama hep geç kalırlar. İstanbul geç kalmaların şehridir. Randevularımıza, dostlarımıza, sevdalarımıza, anılarımıza, hayallerimize.. hatta kendimize geç kalırız burada ha bire.
Sonra alı al moru mor koşturarak varırız randevu yerine. Nefes nefese “kusura bakma” deriz buluştuğumuz kişiye. Halbuki o da bizim gibi geçikmiş, en fazla bir kaç dakika evvel gelmiştir, iki taraf da geciktiği için aslında kimse geç kalmamıştır birbirine.

İstanbul gene hakikati hayal, hayali hakikat eylemiş, her şeyi tersyüz etmiştir; İstanbul’da zaman başka her yerde olduğundan çok daha izafidir. Bir kelime olsaydı İstanbul

Bir kelime olsaydı İstanbul ne şehir,ne medeniyetler köprüsü,ne gelecek olurdu muhtemelen. İstanbul’un sözlükteki karşılığı “efsun” olursu. Efsundur bu şehir, efsunludur,tılsımdır.
Bir büyü olsaydı İstanbul kıskançlık,bereket,saadet,sıhhat değil aşk büyüsü olurdu. O yüzden belki de bu şehri seven çoook sever. Aşıkları boldur İstanbul’un.
Ve o büyük bir maharet,ince bir hünerle , sağ olsun hepimizi idare eder..